Canlıların Sınıflandırması

Canlıları Sınıflandıralım


•  Yakın ve uzak çevremizde pek çok canlı yaşamaktadır.
•  Canlılar benzerlik ve farklılıklarına göre bitkiler, hayvanlar, mantarlar ve mikroskobik canlılar olarak sınıflandırılır.
• Canlıların incelenmesinde sınıflandırma büyük kolaylık sağlar.


Canlıların Nesli Neden Tükeniyor ?


Eski çağlarda insanlar, beslenmek ve korunmak için hayvanları öldürüyorlardı. Ama yüzyıllar içinde insanın hayvanları öldürme nedenleri çok çeşitlendi ve giderek bir katliama dönüştü. Bugün var olan türlerin yüzde yirmisinin 21. yüzyılda yok olacağı tahmin ediliyor.



Yanlış İnançlar


Hayvanlar konusunda insanlar, birçok yanlış ve boş inanca sahipler. Kendileri için yararlı pek çok hayvanı bu yanlış inançlar nedeniyle yok yere öldürüyorlar. Örneğin tarlaları, köyleri farelerden temizleyen baykuş, "uğursuz" olduğu yolundaki yanlış inanç nedeniyle öldürülüyor. Leşleri yiyerek hastalık ve mikropların çoğalmasını engelleyen sırtlanlar, "çirkin" oldukları gerekçesiyle yok ediliyor. Aynı biçimde kurt, karga, yılan, örümcek ve daha pek çok tür, yanlış inançlar nedeniyle öldürülüyor.



Korunmak için



Çok eski çağlardan beri insanlar korunmak amacıyla hayvanları yok ediyorlar. O günlerde insan, korkak ve korunmasız bir yaratıktı. Silahları ilkeldi ama zekası sayesinde kendisini tehdit eden hayvanları tuzağa düşürüp yok ediyordu. Tarih öncesi çağlardan kalma mağara resimlerinde, ilk insanların vahşi hayvanlara karşı düzenledikleri avlar sahnelenir.



Oyun ve eğlence için

İnsanlar, basit ve acımasız zevkler için yüzyıllardan beri hayvanlara doğalarına aykırı olarak davranıyor. Onlara ya işkence ediyor ya da öldürüyorlar. Roma İmparatorluğu döneminde aslan ve leoparlar arenalarda öldürülürdü. Günümüzde, horoz ve köpekler vahşice dövüştürülüyor. İspanya ve Meksika'daki boğa güreşlerinde yüzlerce boğa, acı çeke çeke yaşamını yitiriyor



Beslenmek için



Hayvanlar, insanların en önemli besin kaynaklarından biri. Bir başka deyişle, insan yaşamak için hayvanlara muhtaç. Eski çağlarda sürek avına çıkarak yabankoyunu, yabanöküzü, yabankeçisi, geyik gibi hayvanlardan yiyeceğini sağlayan insan, bu alışkanlığını günümüzde de sürdürüyor. Bugün en önemli besin kaynaklarımızı evcil hayvanlar ve deniz canlıları oluşturuyor. Tüm dünyada her gün beslenmek için milyonlarca ineği, koyunu, tavuğu, balığı, hindiyi, yılanı öldürüyoruz



Savaşlar


Savaşlarda atılan bombalar, kimyasal silahlar, hareket halindeki binlerce zırhlı araç ve asker, vahşi doğaya büyük zarar veriyor; buralarda yaşayan canlıların yaşam ortamlarını yakıp yıkıyor.


Havayı kirlettiğimiz için


Kirli hava yalnız insanların değil, hayvanların da zehirlenip ölmelerinin nedeni.
Asit yağmurlarına neden oluyor, asit yağmurları da yeryüzündeki ormanların ölümüne...
Ormanlar ise yaban hayvanların evi...


Moda ve aksesuar için


Kürkü için birçok türden binlerce hayvan öldürülüyor. Çanta, şapka, kemer ya da biblo yapmak için fillerden timsahlara, yılanlardan ceylanlara kadar birçok hayvan acımasızca yok ediliyor. Hem de yasadışı yollarla ve son derece acımasız yöntemler kullanılarak. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de, kürkleri nedeniyle birçok tilki, doğaya bırakılan zehirli yemlerle öldürüldü. Soyları tükenme noktasına gelen, günümüzde koruma altına alınan karacalardan bir çoğu, ayaklarından baston yapmak için katledildi. Gösteriş için de yüzbinlerce hayvanın ölümüne neden oluyoruz. Yalnızca gösteriş için, soyu tükenme noktasına gelmiş olan kaplan, geyik, leopar gibi hayvanlar öldürülüyor. Bu hayvanların post, boynuz, diş gibi organlarıyla bazı insanlar evlerini süslüyor.

Göl ve bataklıkları kuruttuğumuz için

Devlet Su İşleri gibi bazı kurumlar, tarım arazisi kazanmak ve su rezervi elde etmek için göl ve bataklıkları kurutarak yaban hayvanların soylarının tükenmesine neden oluyor. Yurdumuzda yalnızca Hatay'daki Amik Gölü'nde yaşayan yılanboyun isimli kuşun soyu, gölün kurutulmasıyla yok oldu. Göl ve bataklık kurutma işlemi günümüzde de sürüyor.


Tarım ilaçlarıyla

Bitkilere zarar veren böcek, fare gibi canlılarla mücadele etmek için tarlalara atılan yapay gübreler ve zehirler, milyonlarca hayvanın da ölüm nedeni. Tarım ilaçları nedeniyle soyları tükenen hayvanlara en güzel örnek, kelaynaklar. Göçmen kuşlardan olan kelaynaklar, yazın Afrika'dan göç edip Urfa'nın Birecik ilçesine geliyorlardı. 1950'li yıllarda, bölgede 600 çiftten fazla kelaynak görülüyordu. Ama yine o yıllarda zararlı böcekler için kullanılmaya başlanan tarım ilaçları, kelaynakları da yok etti. Çünkü kelaynakların yiyeceğini bu zararlı böcekler oluşturuyordu. 1970'li yıllara gelindiğinde, kelaynakların sayısı 50'nin altına düşmüştü. Koruma altına alındılar ama, artık her şey için çok geçti. Bugün Birecik'teki koruma istasyonunda üretilmiş olan kelaynaklar, göç etme özelliklerini yitirmiş durumdalar.

Avcılık

İnsan yüzyıllardır avlanıyor. Ama avcılık hiçbir çağda 20. yüzyıldaki kadar katliam boyutlarına ulaşmadı. Günümüzde, Türkiye'de 4 milyon kayıtlı avcı olduğu sanılıyor. Hayvanların sayısı ise bu rakamın çok altında. Örneğin soyu tehlikede olan dikkuyrukların sayısı 15 bini geçmiyor. Ayı sayısı ise 2 bin civarında...


Ormanları yakıp yıktığımız için

Ormanlar doğal yaşamın en önemli alanları. Ama yakarak, keserek ormanları yok ediyor, dolayısıyla burada yaşayan böcekten ayıya, kelebekten kuşa kadar birçok hayvanın soyunun tükenmesine neden oluyoruz. Özellikle yaz mevsiminde Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkan yangınlar hayvanlara büyük zarar veriyor. Bu yangınlarda belki de hiç keşfedilmemiş türlerin son üyeleri de yanıp kül oluyor.



Bilimsel deneyler



Kobay sözcüğü, çoğu kişi için "laboratuvarda deney amacıyla kullanılan canlı" anlamına gelir. Ama bu sözcük, laboratuvarlarda deney amacıyla en çok kullanılan hayvan olan "kobay"dan kaynaklanır. Yaklaşık 30 santimetre boyundaki kobaylar çok kolay evcilleşirler. Güney Amerika kökenli bu hayvanların yaşamı laboratuvarda başlayıp, laboratuvarda biter. Kobayların yanı sıra, insanın fizyolojik yapısıyla benzer özellikler gösterdikleri için beyaz fareler, maymunlar, köpekler de çeşitli deneyler amacıyla laboratuvarlarda işkence görüyor ve öldürülüyor. Tropikal bölgelerde yaşayan birçok yılan, zehirleri alınmak üzere doğal ortamlarından koparılıp yok ediliyor.


Otoyol kazaları


Gelişen ulaşım sektörü, bütün doğal alanlardan otoyol geçmesine neden oldu. Hızlı giden taşıtlar bu yollarda birçok yaban hayvanın ölümüne neden oluyor. Otoyollarda yaptığınız gezilerde çevrenize dikkat edin! Aracınızın camına, özellikle yazın pek çok böcek çarparak ölecek. Yol kenarlarında araçların çarpması sonucu yaşamını yitirmiş birçok kedi, köpek, kirpi, yılan, kaplumbağa, kuş cesedi göreceksiniz. Uçakların pervaneleri ve jet motorları da yüzlerce kuşu öldürüyor


Nüfus artışı

İnsan nüfusunun hızlı artışı, hem insan hem hayvan hem de bitkiler açısından büyük tehlike. Çünkü artan insan nüfusu, doğa ve orman alanlarının tahrip edilmesine neden oluyor. Yeni kentler kuruluyor, yeni yollar yapılıyor, yeni tarlalar açılıyor. Orman alanları, sanayi tesisleri yapılmak için kesilip biçiliyor. Dolayısıyla hayvanlara
yaşayacak yer kalmıyor. Örneğin "caretta caretta" türü denizkaplumbağaları, Fethiye ve Akdeniz koylarımızdaki kumsallara yumurtalarını gömerek çoğalırlar. Ama son 20 yıldır hızla gelişen turizm sektörü, Türkiye'nin bütün ıssız koylarının otellerle, güneşlenen insanlarla dolmasına neden oldu...


Ticaret için

Vahşi ve egzotik hayvan ticareti tüm dünyada olağanüstü boyutlarda.
Bunun yanı sıra derisi, dişi, kürkü, kemikleri ve kabukları için, fillerden timsahlara, deniz kabuklularından tilkilere kadar, birçok türde hayvan acımasızca öldürülüyor. Örneğin tropik ülkelerde tuzaklarla yakalanan papağan, maymun gibi birçok tür, Türkiye'nin büyük illerindeki hayvan mağazalarında rahatlıkla satılıyor.



Sizce Canlı Ne Demek ? Canlıların Özellikleri

Sizce ‘canlı’ ne demek?



Bilimin hızla gelişmesi karşısında, canlılığın tarifi üzerinde büyük anlaşmazlıklar çıkıyor. Kimi bilim insanı, örneğin internetin, bilgisayar programlarının da canlı sınıfına sokulabileceği görüşünde.



Tartışılan konular: 


Canlı ne demek? Kök hücreler canlı mı? Virüslere ve bakterilere canlı diyebilir miyiz? Canlı, kendini yeni durumlara uyarlama yeteneği mi?


İyiyle kötü, demokrasiyle baskı, dostla düşman gibi birçok kavramın birbirinden kesin çizgilerle ayrılmadığını artık biliyoruz. Bu anlam çiftlerinden biri de, canlıyla cansız.

İnsan embriyosundan kök hücre elde ederek hastalıkların daha iyi sağaltılabileceğini düşünen bilim insanları, yaşamın ne olduğunu, sınırlarını ve özelliklerini belirlemekte güçlük çekiyor. Karşılaşılan en önemli sorular şunlar: Yaşam ne zaman başlıyor ve canlı olmak, gerçekte ne anlama geliyor?

Teknolojik gelişmeler, yaşamın tanımını değiştirecek önemli bir rol oynayabiliyor. Sözgelimi maymun yumurtaları kimyasal bir işlemden geçirilerek değiştirildiğinde, embriyon gibi kök hücre üretebiliyor. Ve bunun için ileride bir bebek maymuna dönüşme yeteneği ya da oluşumda bir sperme ihtiyaç yok.

Kök hücreleri ‘canlı’ mı?



İnsan yumurtasının da aynı biçimde yeniden üretildiğini düşünelim. Bu doğal olmayan ve tümüyle yapay kök hücreleri ne ölçüde ‘canlı’ sayılabilir? Bir tüpte yapay hormonların elde edilmesine yarayan kimyasal tepkimelerle ya da Yer’de yaşamın başladığı ilk koşulların benzerlerini yaratma çabasıyla karşılaştırıldığında, hangisi daha canlı?


San Diego, California Üniversitesi’nde yaşamın kökeni üzerine araştırma yapan deniz kimyası profesörü Dr. Jeffrey L. Bada, ‘Dört milyar yıl önce dünyanın başlangıcında gerçekleştiğini sandığımız RNA moleküllerinin çoğalmasını, bugün bir tüpte gerçekleştirebiliyoruz. Bu amaçla her tür kimyasal maddeyi bir araya getiriyoruz. Ama kimse henüz bunu canlı olarak nitelemeye cesaret edemedi,’ diyor. Ona göre, ‘Laboratuvarda embriyonları canlı tutmak ya da araştırma amacıyla yumurtaları kullanmakla bir deney tüpünde RNA molekülü oluşturmak, birbirinden pek de farklı olmayan işler.’



Embriyon insan değil



Case Western Reserve Üniversitesi fizik bölümü başkanı Dr. Lawrence M. Krauss’a göre de, bir deney çanağındaki embriyon, yaşamın başlangıcı sayılabilecek canlı bir nesne değil, bir kimya fabrikasıdır ve nasıl yontulmamış bir taşı Michelangelo’nun Pieta’sıyla aynı değerde görmüyorsak, embriyonu da küçük bir insan olarak göremeyiz:

"Bir gün bir başka şeye dönüşebilecek bir organik maddeyle, insan olarak işlevlerini yerine getiren bir canlı arasında büyük fark var. İnsanların bir gizilgücü, gerçekmiş gibi görmeleri beni şaşırtıyor.’

İnsan merkezli ya da en azından biyoloji merkezli düşünenler, yalnızca organik yaşam biçimlerini canlı olarak görüyor. Canlılığı karbon temelli olmakla sınırlıyorlar.



İnternet canlı mı?



Bir başka grup ise canlı teriminin kapsamını daha da genişletmekten yana. Onlara göre, internet ya da ekonomi de, bir karınca kolonisi kadar canlı özellikleri taşıyor. Bunlar, tüm unsurlarının veya bireylerinin birbirleriyle bağlantılı olarak hareket ettikleri üstün organizmalar. Birbirlerine karşılıklı yanıt vererek ve sürekli değişerek hareket ediyorlar.

Yapay yaşam alanında çalışanlar, yaşamın birçok özelliğinin dijital bir format içinde de görülebileceğini ileri sürüyor.
Y-yaşamcılar (yapay yaşam) denilen bu insanlar, göreceli basit kodlarla ya da komutlarla başlayan, ama daha sonra serbest iletişim ağına girdiklerinde kendi yollarını izleyerek son derece büyük çeşitlilik gösteren bilgisayar programlarının ‘ekosistemler’ içinde bir araya geldiğini söylüyor.

Bu tür programların en ünlüsü Tierra, 1990'ların başlarında Oklahoma Üniversitesi’nde hayvanbilim profesörü Dr. Thomas S. Ray tarafından geliştirildi ve bütün dünyaya yayıldı. Ancestor denilen 85 bitlik bir bilgisayar koduyla işe başlayan Tierra, daha sonra kardeş kodlar üretti ve bunlar da kendi aralarında, kimi Ancestor’un 10 ya da 100 katı uzunluğunda yeni kardeş kodlar geliştirdiler.



Evrim geçiren program



Bunların çoğalma parametreleri, tıpkı karbon temelli dünyadaki DNA çoğalması gibi mükemmellikten uzaktı ve bir kuşak Tierra’dan ötekine küçük değişikliklere yol açıyordu. Belli yaşam alanlarında toplanma eğilimi gösteren organizmalar, işbirliği, yarışma, asalaklık gibi özellikler de taşıyor, başarı oranı değişen bir çoğalma ve ölme süreci içine giriyorlardı.

Bunların evrim de geçirdiğini ileri süren Dr. Ray’e göre, yaşamın en önemli özelliği, doğal ayıklanma yöntemiyle evrim geçirmek.. Ve bilgisayar programları da bu özelliği taşıyor.

Ray, bu nedenle de, Tierra’nın, yalnızca bir yaşam modeli olmayıp canlı olduğunu açıkça söylüyor: ‘Yaşamla yaşam olmayan arasındaki bir alacakaranlık bölgesinde bir şeyler yaratıyoruz. Böylece yaşamın kesin bir evet ya da hayır sorunu olmadığı anlaşılıyor. Yaşam ve canlılığın çeşitli tonları var.’

Tierralarından birinin ölümü karşısında üzüntü duyup duymadığı sorulduğunda, Ray, ‘Hayır,’ diyor. ‘Bir bakteri ya da virüsün ölümü beni ne kadar üzerse, o kadar üzülüyorum.’



Ölmek istemezlerse



Bir başka grup bilim insanı ise makine dünyasının gerçek yaşama bu kadar yakın olduğunu ya da bir bilgisayar ya da robotun belli bir ayırdındalık geliştirip, artık ölmek istemeyebileceğini düşünmüyor.

Sanal gerçeklik uzmanı bilgisayar bilimcisi Jaron Lanier, ‘Bilgisayarların pek yakında insan gibi bir canlı türü olarak görüleceğini savunanlar var. Ben bu düşünceye hep karşı çıktım ve birçok konferansta benden başka herkes aynı kanıda olduğu için yalnız kaldım,’ diyor.

Lanier, bir bilgisayarın gerçekten insanın inceliğine ulaşıp ulaşmadığına karar vermek için büyük İngiliz matematikçi Alan Turing’in geliştirdiği ölçütü de tartışmaya açıyor. Turing’e göre, bir yargıç, bir bilgisayarla bir insanın verdiği yanıtlar arasında bir farklılık göremezse, bu bilgisayarın temelde akıllı olduğu söylenebilir ve insana tanınan haklar tanınabilir.

Bu ölçütü belirlerken, Turing’in, ‘bilgisayarın daha akıllı ya da insana benzer olduğunu varsaydığını’ söyleyen Mr. Lanier, durumu bir de başka açıdan ele alarak insanın aptallaşıp bir bilgisayara benzediği sonucuna da varılabileceğini söylüyor.

Sonuç olarak canlı olma deneyimi, Mr. Lanier’ye göre öznel bir durum. ‘Oysa bilim yinelenebilir ve denenebilir olayları konu alıyor. Bu nedenle canlı olma deneyimi hiçbir araçla ölçülemez ve hiçbir zaman tam olarak açıklanamaz.’



Virüsler canlı mı ?



Doğal varlıkların en ucundaki virüsleri ele alalım. Bir görüşe göre yaşamak, enerji tüketmek ve enerji kazanmak için yemek anlamına gelir. Oysa virüsler bunları yapmaz. Hiçbir canlı özelliği göstermez. Şeker ya da tuz ne kadar canlıysa, virüsler de o kadar canlıdırlar.

Virüs uzmanları ise virüslerin ikinci dereceden bir canlılık gösterdiğini, konakladıkları hücreleri, yeni virüslerin üremesini sağlayacak bir enerji harcamaya zorladıklarını ileri sürüyor.

Hastalık yapıcı mikroplar varlıklarını sürdürmek için akıllı yöntemler geliştiriyor ve gerektiğinde evrim geçiriyorlar. New York Rockefeller Üniversitesi’nden Dr. Arnold Levine gibi virologlar, uyku durumunda olsalar da, virüsleri canlı varlıklar olarak görüyor.

‘Pas’ın bile canlı olup olmadığını tartışan ve pas arttıkça sanki bulaşıcıymış gibi bir metalin üzerinde daha çok yayıldığını ileri sürenlerin bulunduğu bir ortamda, birçok kimse bireylerden çok, sistemleri canlı olarak görmek gerektiğini düşünüyor.



Önemli olan ne?



Reed College’den Dr. Bedau’ya göre bir sinek ya da insanı canlı kılan yüzeysel özellikler yerine, canlıların kendilerini yeni durumlara uyarlayabilme yeteneğinden söz etmek gerekiyor. Bedau, dinozorların birer birer ölerek değil, değişen koşullara ayak uyduramadıkları için yok oldukları kanısında.

Bu açıdan kök hücre tartışmasına yeniden dönersek, biyolojik ve evrimsel bağlamından kopuk bir biçimde laboratuvarda duran bir insan embriyonunu canlı olarak görenler, canlılar arasındaki toplumsal, duygusal ve fiziksel bağların önemini gözden kaçırıyor.
New York Times’de yayımlanan bu canlı tartışmasına, New York City Üniversitesi’nden Dr. Barbara Katz Rothman da katılıyor ve şöyle diyor: ‘İnsanlık tarihinde çok yakın zamanlara kadar bir bebeğin canlı olduğu, ancak anne karnında hareket etmeye başladığı yani toplumsal yaşama girdiği zaman düşünülürdü.

Laboratuvardaki birkaç günlük embriyon, bu açıdan hiçbir işaret vermez ve çevresindeki dünyayla hiçbir bağı yoktur. Çevresindeki canlıların onu canlı olarak tanımlaması gerekir. Oysa bu canlılar da yaşamın en güzel armağanı olan bilinmezlikler ve belirsizliklerle çevrilidir.

 DENEYLER

 1)Canlıların Ortak Özellikleri:


FLASH SUNUMLAR

1)Canlıların Sınıflandırılması:
2)Canlılar:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder